top of page

KENDİNE AİT BİR ODA


Güzel bir haftadan herkese merhaba arkadaşlar. Daha önce blogumda eserlerine yer vermediğim bir yazarla başlamak istiyorum yazıma. Yorumlarını paylaşacağım eseri ise ''Kendine Ait Bir Oda''. Eserini daha iyi benimseyebilmek adına dilerseniz öncelikle yazarla ilgili araştırmalarıma yer vermek isterim.

Virgina Woolf 25 Ocak 1882'de Londra'da Viktorya döneminin ünlü yazarlarından olan Sir Leslie Stephen'in kızı olarak dünyaya gelmiştir. İçinde yaşadığı Viktorya dönemine olan nefretini her daim satırlarında dile getiren Woolf, erkek kardeşlerinin aksine okula gidemeyerek dönemin talihsizliğinden nasibini almıştır. Varlıklı bir aileden gelmesi sebebiyle babasının da desteği ile kendini evde geliştirmeye başlamıştır. Küçük yaşta yazmaya başlayarak öykülerini okuyucularıyla buluşturmuştur. 13 yaşındayken ağır bir grip sebebiyle annesini kaybetmiştir. Ne yazık ki bu kayıp ona ağır bir sinir hastalığı olarak geri dönmüş ve korkunç sesler duyduğunu söyleyerek insanlardan uzaklaşmasına sebep olmuştur. Babasının da ölümünün ardından ruh sağlığı onulmaz bir yara almıştır. Yaşadığı travma ve depresyon hali zamanla kendiyle konuşma ve halüsinasyonlara dönüşmüştür. Fakat tüm bunlar hayatsal işlevselliğini tam anlamıyla yok etmemiştir. Nitekim ''Resim yapmaya, yazmaya, akşamları saat 9'da çay yerine kahve içmeye kararlıydık. Her şey yeni, her şey başka olmak zorundaydı. Her şey denendi.'' sözleriyle yenilgiyi kabullenmemiş ve her daim çabalayan bir kadın olduğunu tüm okurlarına yansıtmıştır.

Babasının vefatının ardından kardeşleriyle birlikte Bloomsbury'ye taşınmıştır. Edebiyatındaki kırılma noktalarından biri olan Bloomsbury dönemin ünlü edebiyatçılarını barındıran seçkin dergiler, gazeteler ve entelektüel eleştirmenlerden oluşuyordu. Grubun içinde John Maynard Keynes, E. M. Forster, Roger Fry, Duncan Grant ve Lytton Strachey gibi ünlü kişiler vardı.

Zaman geçtikçe içindeki karamsarlık ve boşluk hissi baskın hale gelmeye başlayan Woolf'un ''29 yaşında hala evlenmemiş bir başarısız. Çocuğu da yok üstüne üstlük. Ruhen hasta ve yazar filan da değil.'' sözleriyle içindeki aitlik duygusunu evcilleştirmeye çalışıp başarılı olamadığı çok açıktır. Fakat 1912 yılında bir ömür boyu birlikte olacağı Leonard Woolf ile evlenmiştir ve herkesçe bilinen ''Woolf'' soyadını almıştır. Sosyolojik ve kültürel arayışlar içinde olan Virginia, yaptığı evlilik ile manevi açıdan mutluluğu bulsa da bu onu tatmin etmemiştir. Ruhsal bunalımları konusunda eşine her daim destek olan Leonard Woolf aynı zamanda eşi için bir basımevi kurarak da kitaplarının yayınlanmasında büyük destek sağlamıştır. Bireyin günlük yaşamını, düşünme biçimini olduğu gibi iç diyaloglarla aktarmak olan ''bilinç akışı'' tekniğini uygulayarak edebiyata önemli ölçüde katkı sağlamıştır.

Feminist hareketin klasiği olarak adlandırılan 1929 tarihli ''Kendine Ait Bir Oda'' eserinde ''Kadınlar yüzyıllardır erkeği olduğundan iki kat daha büyük göstermenin tatlı gücüne sahip büyülü aynalar gibi hizmet etmişlerdir. Bu güç olmasaydı dünya bir bataklık ve vahşi bir ormandan ibaret olacaktı. Hiçbir savaşımızın zaferi bilinmeyecekti.'' diyen Woolf kadınların cesaret duygularını sonuna kadar açarak feminist hareketin ilk eserlerinden birini tamamlamıştır. Kadınların söylemek isteyip de söyleyemedikleri, cesaret edip de dile getiremediklerini söyleyen Virginia Woolf bu kitap ile kadınların iç sesi olmuştur. Kitap, dönemin kendine ait yazar ve eserlerine atıfta bulunarak, kadınların yazmasını, zor da olsa bir şeyler karalamasını teşvik etmeye yöneliktir. Woolf, kadınların önce bir insan sonra da bir kadın olarak duruşlarındaki sağlamlık ve fikirlerindeki aydınlık ile edebiyat dünyasında var olmasını istemektedir. Bu kitap, benim gibi yazma hevesi olan kadınlara yol göstermesi açısından eşsiz bir başyapıt niteliğindedir.

''Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!'' diyerek kadınların kendi ayaklarının üzerinde durmalarının önemini vurgulamıştır.

Son zamanlarda yeteneğini kaybettiğini düşünerek artık yeni bir fikir üretemeyeceği düşüncesiyle boğuşan Woolf her geçen gün daha çok ruhsal bunalıma savrulmuştur. Ne yazık ki içine sürüklendiği bu girdaptan kurtulamamıştır. 28 Mart 1941 tarihinde eşine bir mektup bırakarak evinin hemen yakınındaki nehrin kıyısına ilerlemiştir. Ceplerini taşlarla doldurarak kendini soğuk nehrin derinliklerine bırakarak intihar etmiştir. Bu üzücü ve kaos dolu hikayesini bilerek eserlerini okumanın daha etkileyici olacağı görüşündeyim. Stefan Zweig eserlerinde olduğu gibi.

''Kendine Ait Bir Oda'' sanat ve edebiyatın cesaret ve özgüvenle yoğrularak okura sunulduğu muazzam bir eser oldu benim için. Satırlar ilk etapta karmaşık ve yoğun gelse de, yazarın dilinin akıcılığı ve yaptığı betimlemelerin büyüleyiciliği sayesinde tekrar tekrar altını çizerek okumama vesile oldu. Toplumdaki etiketlemeye bir başkaldırı ve de kadınlara bir uyarı niteliğinde olan bu kitabı sizler de okuyun isterim arkadaşlar. Bol kitaplı günler, sevgiyle...

Comments


Featured Review
Daha sonra tekrar deneyin
Yayınlanan yazıları burada göreceksiniz.
Tag Cloud
Henüz etiket yok.
bottom of page