top of page

GECENİN SONUNA YOLCULUK


Güzel bir Ekim sabahından herkese merhaba arkadaşlar. Louis Ferdinand Celine tarafından kaleme alınan, Yiğit Bener tarafından çevrilen, beni son derece etkileyen bir kitap olan Gecenin Sonuna Yolculuk'un yorumlarını paylaşacağım bugün sizlerle.

''Yeraltı Edebiyatı'' denilen türün başlangıcı olarak kabul edilen bu kitap dünya edebiyatında önemli bir yere sahiptir. Birçok okurun, Hakan Günday'ın bu kitaba olan sevgisinden, bu kitabı defalarca okumasından kaynaklı olarak kitabı merak edip okuduğu söylenmektedir. Böylelikle Hakan Günday'ı seven okurların etkisiyle kitaba olan ilgi artmıştır. Kitap, ilk olarak 2002 yılında yayımlanmıştır. Yarı otobiyografik bir kitaptır. Oldukça etkileyici ve akıcı bir biçimde dilimize çevrilmiştir.

Başkarakter Ferdinand Bardamu'nun, Birinci Dünya Savaşı'na katılarak Fransız ordusunda yer almasıyla başlar hikaye. Ölüm korkusu her an ensesindedir ve savaştan kaçabilmenin yollarını arar. Askerde yaralandıktan sonra başka ülkelere gönderilen Bardamu, yaşadıklarının etkisiyle psikolojik olarak çöküşe uğrar ve hiçbir yerde tutunamaz. Fransa'dan sonra Afrika'ya, Afrika'dan sonra Amerika'ya gidip orada işçi olarak yaşamını sürdürür. Tekrar Fransa'ya dönen Bardamu tıp eğitimi alarak doktor olur. Yolculuk yapmayı ve macerayı seven bir yapıya sahip olmasının yanı sıra karamsar, düşünceli yapısının ölüm korkusuyla birleşmesinden dolayı kaybetmeye odaklıdır. Aslında bu anlamda yazar Celine ve başkarakter Bardamu örtüşmektedir. Çabalamayan, çözüm aramayan, sevgiye inanmayan, umutsuz bir kişilik sergilemektedir. Milliyetçilik duygularının yoğun olmasından etkilenip askere katılan Bardamu, daha sonraki yıllarda antisemitist bir inanca sahip olur. Savaşın etkileri ne yazık ki hayatında travmatik bir role neden olur. Hikayenin seyri bu yönde devam eder.

Yazarın, halk dilini kullanıp argo terimler tercih etmesi dönemin Beat kuşağına ilham vermiştir. Kendine özgü devrik ve tepetaklak cümleleri, kelimeleri rengarenk boyayıp, dilin kalıplarını kıran, dil bilgisi kılavuzlarını sızlatan, argosunu edebiyata katarak metnini yoğuran tarzı okuyucuda müthiş bir tat bırakır. Hiç çıkarmadığı kapkara gözlükleriyle aşırı uçlara savruluşuna biz okurlar eşlik ederiz.

1930'lu yılların savaş ve katliamı, ihanetin bin türlüsü ve sefilliğe tanık olduğumuz bu eser anlaşılması ilk etapta çok zor olsa da, yazarın söylemek istediklerini ve karakterlerdeki psikolojik çözümlemelerin derinliğini okura başarılı bir şekilde aktarmasıyla akıcı ve ilgi çekici hale bürünmektedir. Yaşamın içinden doğan ve sömürgecilik, zorbalık, kapitalizm, acımasızlık, sevgisizlik, delilik konularının ele alındığı kitabın beni derinden sarstığını söyleyebilirim. Gerçekten muazzam bir kitaptı. İnsanın varoluş karşısındaki çaresizliğine şahit olacağınız bu kitabı kesinlikle tavsiye ediyorum arkadaşlar.

Kitapta altını çizdiğim satırları sizlerle paylaşmak isterim:

''İnsanların ve nesnelerin hükmünün bu kadar acımasız olabileceğini ilk defa hissediyordum.''

''Asıl korkulması gereken insanlardır, sadece onlar, daima.''

''Rütbesi yükseldikçe belli bir tanrıya dönüşmüştü, o da, feci derecede doyumsuz bir tür güneşçik olmuştu.''

''Eğer bu dünyanın içindeyseniz, yapılacak en iyi şey, öyle değil mi, buradan çekip gitmektir? Deli olsanız da olmasanız da, korksanız da korkmasanız da.''

''Ben savaş var diye üzülmüyorum...Ben kaderime razı olmuyorum...Ben bu konuda sızlanıp durmuyorum...Onu olduğu gibi reddediyorum, içindeki insanlarla birlikte, onlarla, onunla hiçbir alışverişim olsun istemiyorum. İsterlerse dokuz yüz doksan beş milyon kişi olsunlar ve ben tek başıma kalayım, yine de haksız olan onlar, Lola, haklı olan da benim, çünkü ne istediğini bilen bir tek ben varım: ben artık ölmek istemiyorum.''

''Meçhul çiftçinin ekinlerine gübre olmak, gerçek askeri bekleyen gerçek gelecek budur işte!''

''Neden olmasın, neden çirkinlikte de güzellikteki kadar sanatsal bir yön olmasın?''

''Ne kadar kasvetli olursa olsun, sömürgede hastane, yine de insanın kendini biraz unutturabildiğini hissettiği, dışarıdaki insanlardan, şeflerden korunduğu biricik mekandı. Köleliğe mola, yani işin özü buydu ve de elimin altındaki biricik mutluluk.''

''Mazide kalmış biçimler arasında el yordamıyla ilerlerken kaybolabiliyor insan. İnsanın geçmişinde artık kımıldamayan ne de çok nesne, ne de çok kişi var öyle, ürkütücü. Zamanın mahzenlerinde yitirilmiş canlılar ölülerle birlikte o kadar uyumla uyuyorlar ki daha şimdiden aynı gölge örtüyor gibi onları.''

''İnsanın usulsüz hesapların yarattığı korkudan kendini kurtarmasının bu kadar zor olması ne garip.''

''Benim gibi kente doğru yönelmişlerdi, herhalde işe gidiyorlardı, başları eğik. Dört bir tarafın sefilleri.''

''İnsan bir yerde takılıp kaldıkça, nesneler ve insanlar iyice yozlaşıyorlar, çürüyorlar ve sırf sizin hatırınıza leş gibi kokmaya başlıyorlar.''

''Aslında olup biten, sadece benim kendi içimdeydi, kendime hep aynı soruyu sora sora.''

''Yaşam bundan ibarettir, gecenin içinde son bulan bir ışık parçası.''

''Yollarımız temelli olarak ayrılmıştı...Yalnızca ölüm değildi bizi ayıran, yaşam da ayırıyordu...''

Bol kitaplı günler, sevgiyle...

Comments


Featured Review
Daha sonra tekrar deneyin
Yayınlanan yazıları burada göreceksiniz.
Tag Cloud
Henüz etiket yok.
bottom of page