top of page

DOPPLER


Aralık ayının son demleri. Yeni bir yıla girmeye günler kaldı. Yine yeni umutlar , yeni hayaller ve yeni hedefler peşinde koşacağız. Sanırım yaşamdaki asıl tat da burada gizli -istediklerimizi gerçekleştirmekte değil gerçekleştirebilmek için verdiğimiz mücadelede- . Yaşamımızın her evresinde bir şeylerle mücadele etmek durumunda kalırız , hayatı yaşanılır ve bizi de güçlü kılan budur. İnişli çıkışlı , bazen zirvede bazen dipte yaşadığımız hayatla varız aslında. Bu sürede aldığımız bazı kararlar hayatımızın kökten değişimine sebep olabilir. İşte bugün ele alacağım Erlend Loe'ye ait bir eser olan ''Doppler''da da başkahramınımız Andreas Doppler'ın hayatına dair en büyük kararı almasıyla hikaye başlıyor. Doppler bir başarı abidesi. Güzel bir evliliği , güzel bir evi , iki çocuğu ve çok başarılı olduğu bir işi var. Babasının ölümünün ardından bir gün ormanda dolaşırken bisikletten düşüyor ve orada yarı baygın halde uzanıyor. İşte gökyüzü ve işte Doppler. Ve o anda sanki bir aydınlanma yaşayıp yepyeni düşüncelere yelken açıyor , bir huzur doluyor içine. Harika bir işi , eşi ve iki çocuğunu arkasında bırakarak ormanda yaşamaya karar veriyor. Bir daha asla fatura ödemeyeceği için mutlu. Takastan , hırsızlıktan ve ormandan geçineceği düşünceleri ile daha da mutlu. Elbette kendisi ölünce de orman ondan geçinecek. Anlaşması bu şekilde. Ormanda gezintiye çıkmadan önce de eşine not da bırakıyor ormanda gezintiye çıktığına ve ne kadar süre kalacağını bilmediğine dair. Altı ay içerisinde avcı toplayıcı kültürüne geçiş yapıp , takas usulü ile dünyanın kurtarılabileceğine inanıyor. Ormandaki tek dostu yavru geyik Bongo. Bongo'nun Doppler'a bağlanma aşaması biraz dramatik olsa da , Doppler bunu bir ebeveyn edasıyla Bongo'ya ifade ediyor. Altı aylık sürede eşi birkaç kez Doppler'ı ziyarete geliyor. Yurt dışına çıkacağını söyleyerek birkaç günlüğüne çocuklara göz kulak olmasını söylüyor. Doppler korkunç görünümüne rağmen kızının veli toplantısına katılıyor ve toplantıda takas konusunda fikirlerini söylemekten çekinmiyor. Bu bölümü izninizle alıntılamak istiyorum: ''Gençler, her şeyi satın almak yerine eşya ve hizmet takasına özendirilmeli. Dünyanın geleceği buna bağlı. Dünya insanlara ait değil , insanlar dünyaya ait. Çiçekler bizim kız kardeşimiz ; at , büyük kartal ve geyiği saymıyorum bile , hepsi erkek kardeşlerimiz. İnsan nasıl olur da herhangi bir şeyi satabilir ya da satın alabilir ? Hava sıcaklığının ya da ağaçlardaki rüzgarın sesinin sahibi kim? Dallardaki bitki örtüsünün özlerinde , bizden önce yaşayanların hatıraları saklı. Şırıl şırıl akan derede , babamın ve onun babasının sesi de mevcut. Bastığımız toprağın bağrında atalarımızın tozlarının da bulunduğunu , dünyanın başına gelen her şeyin bizim de başımıza geleceğini , dünyaya tükürürsek kendimize tükürmüş olacağımızı falan çocuklarımıza öğretmemiz gerek.'' Doppler ormanda yaşadığı süre boyunca başarılarını düşünüyor. Başarılarına dair kendine söylediği o samimi , komik ve ironik kısmı alıntılayacağım şimdi de : ''Yuvada başarılıydım. İlkokulda başarılıydım. Ortaokulda başarılıydım. Lisede iğrenç bir şekilde başarılıydım ; biraz isyankar ve küstahtım , hocalara tavrım , izin verilenin sınırındaydı ama yine beni diğerlerinden daha çok severlerdi ; bunu becerebilmenin şartı , insanın sevimsiz bir şekilde çok başarılı olmasıdır , diye düşünüyorum bugün. Başarılı bir öğrenciydim , süper başarılı bir sevgilim oldu , diğer bütün işlere on basan bir iş teklifi aldıktan sonra başarılı dostlarımın arasında , başarılı bir şekilde evlendim. Sonra başarıyla büyüttüğümüz çocuklarımız oldu , başarılı bir şekilde elden geçirdiğimiz bir ev aldık. Bütün bu başarıların ortasında yıllarca dolanıp durdum. Başarılarla yattım , başarılarla kalktım. Başarılarla uyudum. Başarı soludum ve yavaş yavaş yaşamımı yitirdim. Şimdilerde olan bitene böyle bakıyorum. Tanrı çocuklarımı benim kadar başarılı olmaktan korusun. Ancak kızım başarılı olmak konusunda endişe verici alametler gösteriyor. Ormana taşınmanın vakti zamanı gelmişti , onun iyiliği için de.'' Doppler'ın bu sözlerinden de anlaşıldığı gibi istediklerini elde etmiş ve başarılarla dolu bir hayatı olan insan bile arayış içindedir , hayatına yeni bir anlam kazandırma peşindedir. Bir insan ailesini bırakıp niçin ormana sığınır? Belki insanlardan ve dar gelen kalıplara sokulmaya çalışılmaktan sıkıldığı için belki kendi dilini konuşmaya izin verilmediği ve yeraltında yaşamaya itildiği için ve belki de her şeyden arınıp huzuru bulabileceğine inandığı yeni bir yaşama kucak açabilmek için. Orman , orman ve daha çok orman. Doppler'ın ormana sığınması görünürde bisikletten düşmesi ve o anda derinden hissettiği huzur sayesinde olmuştu. Aslında pek çok neden vardı bu kararı almasında. Evet , başarılı bir hayatı vardı fakat insanlardan haz etmiyordu artık. Bunu da şu şekilde ifade ediyordu: ''Kafama taktığım en son şey insanların ne düşündüğü. Ne düşünürlerse düşünsünler. Onlardan zerre kadar haz etmiyorum zaten , fikirlerine de çok nadir saygı duyuyorum.'' Doppler , yalnızlığa hasret kaldığı için ormana sığınmış ve insanların düşüncelerinden ve katlanmak zorunda olduğu her şeyden kaçmak için çadırını kurmuştur. Kendisi ile başbaşa kalıp ormanın kendisini evlat edindiğini ise şu sözleriyle ifade etmektedir: '' Çevremdeki herkesin gözünde nefret dolu , arıza bir adam olmak üzereydim. Oslo caddelerinde istenmeyen bir unsurdum. Etrafa pozitiflik ve enerji saçmıyordum. Performansım yüksek değildi. Ne yakınlarım ne işim ne de onu yöneten ekonomik çevreler için. Tam yük olmaya başlamıştım ki , dışlandım. Doğa işini öyle iyi biliyor ki , daha fazla zarar vermeden beni dışlayıverdi. Çok etkileyici bir sistem. Doğa ve kültürle iç içe geçen binlerce yıl mekanizmayı keskinleştirmiş , benim gibiler saflardan uzaklaştırılıyor. Zararsız hale getiriliyor. Anlam ve birlikteliğe dair kırılgan yanılsamada delik açmaya yeltenen halk düşmanları , akıllarını başlarına toplasınlar diye anında yollanıyor. Mesela denizlere ya da dağlara sepetleniyor ya da üzerine bir kapı kapanıveriyor ya da benim durumumda olduğu için ormana yollanıyor. Bu , ödül hissi de uyandıran kurnazca bir ceza.'' Bazen de Norveçli olmanın tuhaflığından bahsederek şöyle diyor: ''Bizler Norveçli'yiz ve hepimiz bir tuhafız. Herkes bir tuhaf olduğundan aslında normal olarak tuhaf , yani sonuç itibariyle hiçbirimiz tuhaf değiliz. Yalnızca Norveçli'yiz.'' Toplum içindeyken insanlarla aynı dili konuşamamaktan , anlaşılamamaktan yakınan Doppler ormanda yaşamaya başladığından beri ara sıra ormana gelen misafirleriyle daha iyi iletişim kurduğunu da şu sözleriyle ifade ediyor: ''İnsanlara nerede hata yaptıkları doğru dürüst anlatıldığında anlayış gösteriyorlar. Ne de olsa uzlaştırıcı bir hareket. İletişim hala ölmemiş. Ormanda , bir bakıma daha iyi iletişim kuruluyor.'' Doppler , doğa ile baş başa kaldığı süre boyunca ölen babasını neredeyse hiç tanımadığını fark ederek onu yaşatacak bir totem direği inşa etmeye karar veriyor ve kendini buna adıyor. Bu totem direğinin unsurlarını ise babası, kendisi , ormandaki dostu Bongo ve oğlu Gregus oluşturuyor. Oğlu , zaman zaman Doppler ile birlikte ormanda yatılı kalıyor. Babasının kendilerinden ayrılarak ormanda yaşamaya karar vermesine anlam veremeyen Gregus soruları ile babasından yanıtlar bulmaya çalışıyor. Aralarında geçen bir diyalogtan çok etkilendiğimi söyleyerek o kısmı alıntılamak istiyorum: ''Dedem öldüğünde evden ayrıldın.'' ''Doğru. Ben nasıl senin babansam , o da benim babamdı , ölmesi hoşuma gitmedi ,üzüldüm.'' ''Babalar ölmemeli.'' ''Haklısın.'' ''Anneler de ölmemeli.'' ''Katılıyorum.'' ''İnsan ölünce birazcık rüya görüyor mu?'' ''Maalesef...Rüya görmek yok. İnsan yok olup gidiyor.'' ''Acıyor mu?'' ''Hayır. Hiçbir şey hissetmiyorsun. Bütün hayvanlar ve bitkiler yaşlandıklarında ölür. Tehlikeli bir şey değil.'' ''Annem ve sen de mi öleceksiniz?'' ''Evet , biz de öleceğiz.'' ''Siz öldükten sonra ben yaşamaya devam mı edeceğim?'' ''Evet.'' ''Umarım ben de sizinle birlikte ölürüm.'' ''Böyle hissetmen güzel ama büyüdüğünde başka türlü düşüneceksin. Bu meseleyi sonra tekrar konuşuruz.'' Fazlaca dokunaklı... Erlend Loe'ya ait bu muazzam eser Doppler , konforlu sisteme ve toplum içinde kaybolmuş bir ''ben''e karşı bir baş kaldırıdır. Bol bol ironi , mizah , abartı ve toplum eleştirisi ürünüdür. Modern dünyanın banal sorunlarının mizahi bir dille eleştirilerek doğallığımızı , özümüzü unuttuğumuzdan yakınıldığının en güzel ifade edilişidir. Basit ve akıcı bir dille anlatılmış, farklı kurgusu ile içsel yolculuğa çıkaran bir eserdir. Okurken fazlasıyla eğlendim ve başkahramanımız sayesinde kayıp bir yönümü de keşfetmiş oldum. Tek çılgın ben olmadığım için güçlü hissettim. Soğuk coğrafyasının aksine sıcacık bir Norveç eseri. Kesinlikle ama kesinlikle tavsiye ediyorum arkadaşlar. Son olarak en çok beğendiğim kısmı alıntılayacağım: ''Düze çıkmak istiyorsak , dünya halkları ve dinleri birbirlerine ellerini uzatmamalılar. Ama bunun işe yarayacağına hiç inanmadığımı da itiraf etmeliyim. Sanırım tren kaçtı. Şimdi hayatta olanların yok olması ve yerlerine yeni bir insanlığın gelmesi gerek. Boş bir sayfa açılması lazım. İnsan ırkının saldırgan nitelikleri bir miktar azalmalı. Daha az yufka yürekli bir insanoğlu , büyük bir resmi görebilme yeteneğine sahip yeni bir tür ortaya çıkmalı.'' J.J.Rousseau'nun da dediği gibi ''Doğa bizi asla aldatmaz ; kendimizi aldatan biziz.'' Evet , aslında yaşam zor değil onu zorlaştıran bizleriz. Sağlıkla, sevgiyle...

Featured Review
Daha sonra tekrar deneyin
Yayınlanan yazıları burada göreceksiniz.
Tag Cloud
Henüz etiket yok.
bottom of page