top of page

BİR KADININ YAŞAMINDAN YİRMİ DÖRT SAAT


''Yeni bir ay, yeni bir hafta, yine okunacak Zweig lazım!'' diyerek mutlu bir başlangıç yapalım. Hoşgeldin Eylül! En sevdiğim ay! Yaz tatilini geride bırakmanın verdiği tatlı bir huzur var üzerimde. Evet,evet yanlış duymadınız. ''Huzur'' dedim. Çünkü yaz tatilimin yaklaşık on günü güneş ışınlarından aldığım zararlı etkilerle kabus gibi geçti. Yürüyemedim, güneşe çıkamadım, denize gidemedim bir günlük hata yüzünden. Kantaron yağı ve yanık kremleri hayatımı kurtardı. Artık iyiyim ve güneşten nasibini almış deneyimli bir yazlıkçı olarak seneye mümkünse Maldivler'e gitmek istiyorum. -Hayal dünyamda- Benimle gelmek isteyenler olursa şimdiden haberim olsun :) Özel hayatımdan kısa bir kesit paylaşıp sizi yorduysam kusuruma bakmayın. Sanırım uzun süre ciddi olamıyorum. Hayat da öyle değil mi; bazen acı bazen de tatlı. İster istemez ruh halimize yansıyor. Artık esere geçiyorum izninizle. Bugün yorumunu sizlerle paylaşacağım eser ''Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat''. Tahmin ettiğiniz üzere yine bir Stefan Zweig klasiği. Kadın ruhunu en ince ayrıntılarına kadar kaleme alan, betimlemeleri ve tanımlamaları ile ''tutku'' kelimesinin hakkını veren bir üstat. Birçok eserinde olduğu gibi bu eserinde de ikinci karakter, baş karakterimize yaşadıklarını bir konuşma havası içinde anlatıyor. Biz okuyucular da onlara konuk olup anlatılanları dinliyor, hissediyor ve yaşıyoruz. Bir yirmi dört saatte yaşanılanlar kitap haline getirilebilir mi? Evet, Zweig bunu yapıyor. Bir kadının ruhsal devinimlerini bu yirmi dört saate sığdırarak yüzyıllarca okunacak bir eser yaratıyor. Eseri için mekan olarak muhteşem atmosferiyle Fransız Rivierası'nı seçen Zweig , 1920'li yılların sonlarında Avrupa'nın burjuva tabakasının ikiyüzlü ahlak anlayışına yönelik eleştirel tavrıyla dikkat çekerek siyasi göndermelerde bulunuyor. ''Satranç'' kitabında olduğu gibi hegemonya kavramını siyasi konularla bütünleştirerek kendisine çekiyor sizi. Her eserinde tutkuları uğruna bir şeylerin peşinden sürüklenmiş karakterlerin iç dünyasına yer veriyor. Bu eserde de kumar bağımlısı olmuş genç bir burjuvanın içten içe çöküşünü gözler önüne seriyor. Eserde özellikle kumarhanede rulet oynarken insanların ellerinin, vücut hareketlerinin betimlemeleri o kadar iyi yapılıyor ki ben okurken bir insanın para kazanmak uğruna her şeyini satabileceğini adeta hissettim. Alışkanlıkları terk etmek zordur. Mahatma Gandhi'nin bir sözü var. '' Sözlerine dikkat et; düşüncelere dönüşür. Düşüncelerine dikkat et; duygularına dönüşür. Duygularına dikkat et; davranışlarına dönüşür. Davranışlarına dikkat et; alışkanlıklarına dönüşür. Alışkanlıklarına dikkat et; değerlerine dönüşür. Değerlerine dikkat et; karakterine dönüşür. Karakterine dikkat et; kaderine dönüşür.'' Zweig'ın bu eserini okuduktan sonra Mahatma'nın bu sözünün doğruluğunu fazlasıyla hissedeceksiniz. Kumar bağımlısı olmuş bir adamın tutkusu uğruna çevresinde ona yardım etmek isteyen ve aşkı için her şeyini feda edebilecek bir kadını nasıl da hiçe saydığını okuyacaksınız. Kiliseye gidip tövbe eden adamın eline bir miktar para geçtiğinde alışkanlıklarını tekrar adım adım takip ederek sözlerini nasıl da unuttuğunu okuyacaksınız. Kumarhane öyle bir şeydir ki siz istemeseniz de o sizin peşinizden gelir. Kitaptaki kadın karakterimizin kumar tutkusuyla yanıp tutuşan burjuva sınıfından genç bir adamın rulet oynarkenki el hareketlerinin betimlemeleri ile ilgili o satırları alıntılayacağım. '' Gece boyunca onlara baktım -evet o olağanüstü, o tek kelimeyle eşsiz ellere- , ama benim öncelikle korkuya kapılmama neden olan şey, onların hırsı ,delicesine tutkulu ifadesi, kasılmış halde iç içe karşılıklı duruşlarıydı. Onlarda kendini güçlükle tutan bir insanı görüyordum, bunu hemen anladım, tutkusu yüzünden patlamasın diye hırsını parmak uçlarında toplamıştı. Şimdi ise...topun kuru ve zayıf bir ses çıkararak küçük bölmeye düştüğü ve krupiyenin kazanan sayıyı söylediği o an geldi...o anda iki el, tek bir kurşunla vurulan iki hayvan gibi aniden birbirinden ayrıldı. Aşağıya doğru düştü, her ikisi birden, gerçekten cansızdı, sadece tükenmiş değil, aynı zamanda anlatamayacağım kadar somut bir dermansızlık, hayal kırıklığı, vurgun yemişcesine bitkin bir ifadeyle aşağıya doğru düştü. Zira o zamana kadar ve de sonrasında hiç o kadar konuşkan el görmedim ben, her kası dile gelmiş bir ağızdı sanki, neredeyse her tutkusu gözeneklerinden fışkırıyordu. Bir dakika kadar her ikisi de yeşil masanın üzerindeydi, kıyıya fırlatılmış denizanası misali yassı ve ölüydü. Sonra biri, sağ el, güçlükle parmak uçlarında başlayarak doğrulmaya çalıştı; titriyordu, geriye çekildi, kendi ekseni etrafında dönüp kararsız durdu, tekrar dönerek aniden sinirle kaptığı bir jetonu, baş parmağının ve işaret parmağının uçları arasında küçük bir tekerlek gibi kararsız yuvarladı. Ve aniden kedi gibi kamburunu çıkarıp panter gibi eğilerek yüz franklık jetonu siyah alanın ortasına attı, deyim yerindeyse fırlattı. Öylece uykuya yatmış sol eli ise, sanki bir işaret almışcasına ani bir heyecan sardı; ayağa kalkıp yavaşça emekleyerek titreyen, jetonu fırlatırken deyim yerindeyse bitkin düşen kardeş ele doğru sokuldu, şimdi ikisi de ürperti içinde yan yanaydı, ikisi de don nöbeti geçirirken kolayca birbirine kenetlenen dişler gibi eklemleriyle sessizce masaya vuruyordu; hayır hiçbir zaman bir kere bile bu kadar çok konuşan, bu kadar heyecan ve gerilimden kasılmış bir ifadeye sahip başka eller görmedim ben.'' Eşini kaybetmiş bir kadının yaşamdan hiçbir beklentisinin kalmadığı, ızdırap dolu yılların ardından bir gün kumarhaneye gitmesi ile başlıyor hikaye. Eşi ile bir zamanlar yaptıkları gibi rulet oynayan insanların el hareketleri ile onların nasıl bir karaktere sahip olduklarını gözlemlemek ve eşini yad etmek için gittiği kumarhanede karşılaştığı genç bir burjuvanın yüzüne dahi bakmadan elleri ile yaptığı hamleleri betimlediği satırların beni oldukça etkilediğini söyleyebilirim. Canlı, tutkulu bir anlatımdı. Kadın karakterimizin yirmi dört saati bu hikaye ile başlıyor ve sonrasında vicdanı, merhameti, fedakarlığı ve sevgisiyle hikayenin seyri değişiyor. Bilinmez bir psikolojinin uç noktalarını yaşadığımı itiraf etmeliyim. Hikaye nasıl oluyor da basit bir konu ile başlayıp mistik bir olayla son buluyor bilemiyorum. Etkileyiciydi. Psikolojik iniş çıkışlarıyla, akıcı anlatımıyla yine inanılmazdı. Zweig'in eserlerini okumaya başlamadan önce şunu diyorum kendime: ''Bir önceki eserinin iyi olduğu, bu eserinin de iyi olacağı anlamına gelmez. Beğeneceğim düşüncesi ile okumaya başlama.'' Yani diyeceğim o ki beklentisiz şekilde başlıyorum. Ve yine her seferinde aynı durumu yaşıyorum. Bazı sayfaları okurken tüylerim ürperiyor, donakalıyorum. Abartı değil, tamamen hissettiklerim. Duygu şöleni yaşamak istiyorsanız ya da duygu karmaşası mı demeliyim bilemiyorum, bazı alışkanlıklarınızdan kurtulamadığınızı düşünüyorsanız kendinizden de bir şeyler bulacağınızı düşündüğüm Zweig'ın ''Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat'' klasiğini sizin için kesinlikle tavsiye edebilirim. Zweig'ın duygu dolu kalemi ile dünyadaki sınırları aşmaya hazır olun. Basit bir dille anlatılmış ince her türden kitap kolaylıkla okunabilir; ancak Zweig'ın kitapları sadece hissetmek içindir. Son olarak özetlemem gerekirse; alışkanlıklarımızı iyiye ya da kötüye dönüştürmek bizim elimizdedir. Sigmund Freud'un da dediği gibi ''Zayıf noktalarınızdan güçlü taraflarınız doğacaktır.'' Sevgiyle kalın...

Featured Review
Daha sonra tekrar deneyin
Yayınlanan yazıları burada göreceksiniz.
Tag Cloud
Henüz etiket yok.
bottom of page