top of page

BİLİNMEYEN BİR KADININ MEKTUBU


Yağmurlu bir pazar akşamından herkese merhaba arkadaşlar:) Yaz yağmurunun ve sonrasındaki toprak kokusunun bende uyandırdığı hisleri seviyorum. İlham veriyor yağmur bana ve yazma isteği duyuyorum. Öyleyse hemen başlayalım ne dersiniz? Dün gece okuyup bitirdiğim yeni bir Stefan Zweig eserini ''Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu''nun yorumlarını paylaşacağım bugün sizlerle. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki bir ''Satranç'' ya da ''Amok Koşucusu'' kitaplarının önüne geçemedi ancak beğendiğim kitaplar arasında yerini almayı başardı. Stefan Zweig eserlerinin çevirilerini İş Bankası Kültür Yayınlarından okumayı tercih ediyorum, bu yayınevinin çevirilerini oldukça başarılı buluyorum diğer yayınevlerine kıyasla. Eğer Stefan Zweig okurken hangi yayınevinden okumanız gerektiği konusunda belirsizlik yaşıyorsanız,kesinlikle öneriyorum arkadaşlar. Bu eserinde Zweig, Sigmund Freud'un Oedipus Kompleksi'ni kullanarak baba sevgisinden yoksun olarak yetişen küçük bir kızın bu sevgiyi karşı cinste dönüştürdüğü aşkın hikayesini anlatıyor. Eserlerindeki psikolojik karakter tahlillerinde Sigmund Freud'un öğretilerinden izler bulunduran Stefan Zweig, bu eserinde de mektubun sahibi bilinmeyen kadının id,ego ve super ego parçalarından oluşan ruhunun işlenişini belirgin şekilde fark ettiriyor. Psikanalize duyduğum ilgiden ötürü araştırmalarımdan biraz bahsedecek olursam; Sigmund Freud'un yapısal kuramına göre insan ruhu üç bölümden oluşuyor.Bunlar id,ego ve super egodur. İd, içgüdüsel ihtiyaçlardan,dürtülerden türetilen psikolojik enerji kaynağıdır. Ego, içe özgü kişi ile dış gerçek arasındaki örgütlü bilinçli arabulucudur. Super ego ise kurallar,çatışma,ahlak,suçlar gibi şeyler tarafından hafifletilmiş bilinçli zihnin içselleşmesidir.Zihinsel faaliyet alanımız bu üç büyük bileşenden oluşmaktadır Freud'a göre. Psikanalitik kavramın bu üç parçasını, küçük bir çocukken aşık olduğu adama yıllar geçse de değişmeyen ütopik sevgisi,aşkı,tutkusu içinde harmanlayarak en iyi şekilde okuyucuya aktarmış Zweig. Birçok edebiyat ödülünü 20'li yaşlarında kazanan Zweig, yaptığı gözlemleri düşünceleriyle sentezleyerek bir psikolog edasıyla kaleme aldığı karakterlerinde okuyucuya duygu yoğunluğu yaşatmakta oldukça başarılı. Günümüzde insanlar yaşadıkları olumsuz olaylar nedeniyle bir nevi terapi amaçlı kendilerini mutlu eden kitaplar okumayı ya da komedi filmleri izlemeyi tercih edebilirler. Fakat Zweig okumaya başlayan biri hikayelerin umutsuz ve pesimistik bakış açılarına ve olay örgülerine rağmen kendini durduramaz. Hikayenin sonunda mutsuz olacağını bile bile okumaya devam eder. Çünkü Zweig eserleri sorgulatmaya yönelik olduğundan okuyucuda bağımlılık yaratır. Herhangi bir Zweig eserini elime aldığımda üzerimde etkisi birkaç boyunca sürecek hüzün çemberinden haberdar olsam da bıkmadan,usanmadan devam ediyorum okumaya. Bundan keyif de alıyorum.Olgunlaşıyorum,güzelleşiyorum onun eserleriyle. Öğütler çıkarıyorum kendime ve yaşama daha çok tutunuyorum. Ütopik olan her şey çekici gelir ya insana, bilinmeyen bir kadın tarafından kaleme alınmış bir mektupta da aşık olduğu adam tarafından hiç farkedilmese,bilinmese,tanınmasa da kadının uçsuz bucaksız aşkı tüyler ürpertici ve hayranlık uyandırıcı şekilde dile getiriliyor. Zweig'ın eserlerinde kurgusundan çok yaşattığı hisleri seviyorum. Eserlerindeki karakterleri içselleştirmek zor olmuyor. Okurla konuşuyormuş sanki okuru karşısına almış da bir hikaye anlatıyormuş gibi bir üslubu benimsemesi hikayelerini etkili kılıyor. Bu hikayede bilinmeyen kadın sevilmeyi,bilinmeyi istemediği herkes tarafından seviliyor,şımartılıyor,binlerce evlenme teklifi alıyor yalnızca bilinmeyi ve sevilmeyi dilediği ve tüm hayatını adadığı adam tarafından bilinmiyor. Ne acı tek taraflı,karşılıksız bir aşk hikayesidir bu! Zweig'ın , bir kadının gözünden onun olaylara bakış açısını, iç dünyasını,hissettiklerini böyle derin,böyle gerçekçi,böyle içten satırlara dökmesi Zweig hayranlığımı katbekat artırıyor. Kadın biyografisi üzerine kaleme alınmış muazzam bir eser olduğunu söyleyebilirim.Kitabı okuduktan sonra insan ister istemez düşünüyor,eğer R. isimli karakter kendi hayatını ona adamış olan kadını tanımış olsaydı bu kadar derin bir aşk hikayesi çıkar mıydı? Sanırım çıkmazdı, çünkü önceden de bahsettiğim gibi bilinmezlik ve ütopik olaylar her zaman merak uyandırır ve derin izler bırakır bizde. İşte sonunda da böyle nitelikli eserler ortaya konulur :) Tarihte böyle aşıklar var olmuş olabilir fakat günümüzde bu tarz sevgiler,aşklar asıl anlamını yitirmeye yüz tuttu. Herkes birbirinden bir şeyler bekliyor,fedakarlık kavramı çok az,tolerans çok az. Ufak hatalarda insanları silmek çok basit artık. Karşılık beklemeden duyulan o çocukça,masumca sevgiler yok artık. Bizler de ne yazık ki böyle etkileyici,dokunaklı aşk hikayelerini ya kitaplardan okuyarak ya da popüler olmayan nitelikli filmlerden izleyerek yetiniyoruz. Ah bilinmeyen kadın! 1920'lerin Viyana'sında sessiz sedasız ve tek taraflı ''mutlak aşk'' yolculuğu sonunda bilinmeyenin kıyılarına varan kadın! Zweig'ın ince ruhlu kalemiyle yazılmış bu kitap da üzerimdeki etkisi uzun sürecek türden. Zweig okuduktan sonra derin bir nefes alıyorum,bağlantımı kopardığım dünyaya geri dönüyorum ve düşünmeye başlıyorum. Ütopya ve distopya kavramlarını harmanlayarak içimde yaşıyorum. Ve bu hoşuma gidiyor.Birbirine zıt iki kavramı benliğimde hissetmek. Kitapta pek çok altını çizdiğim kısım olmakla birlikte benim için en dokunaklı satırları alıntılayacağım şimdi izninizle. ''Sabret sevgilim,sana her şeyi,hepsini en baştan anlattığım için,anlatacağım için,senden rica ediyorum,beni dinleyeceğin bu çeyrek saat yüzünden yorulma,çünkü ben seni bütün bir hayat boyunca sevmekten yorulmadım.'' ''Çünkü yeryüzünde hiçbir şey kuytuluklardaki bir çocuğun fark edilmeyen sevgisiyle karşılaştırılamaz; çünkü bu sevgi,yetişkin bir kadının tutkulu ve bilinçaltında hep talep eden aşkının hiçbir zaman olamayacağı kadar umarsız,kendini karşısındakine hizmet etmeye adayan,boyun eğen,hep pusuda yatan ve tutkuyla yoğrulmuş bir sevgidir.'' ''Fakat sen kimsin ki benim için? Sen, beni asla,asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden,bir taşa basarcasına üstüme basan,hep ,ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen,kimsin ki benim için?'' ''Sevgilim, sana karanlıkların içinden sesleniyorum;utanç duymuyorum, bunu sana söylemek istiyorum,fakat sakın korkma sevgilim-Kendimi sattım.'' İşte o cümle ''Kendimi sattım'' cümlesi yakıp geçiyor her şeyi. Uzun süre kalakalıyorum. Hayatını adadığı,delicesine aşık olduğu adamdan sahip olduğu çocuğunu sefil bir hayattan uzak yetiştirmek, ondan kalan sahip olduğu tek varlığı en iyi şekilde büyütmek için kendi bedenini satan bir kadın. Çok dokunaklı yahu. Ben daha fazla yazamayacağım. Çünkü bu iki kelimede her şey tıkanıyor. Tarif edilemiyor. O yüzden okumanız gerek arkadaşlar, sadece 62 sayfalık bu derin içerikli incecik kitabı okumanız gerek. Her blog yorumumda da olduğu gibi kendime bir klasik haline getirdiğim şekilde -bir alıntı yaparak- son veriyorum sözlerime. Platon'un dediği gibi ''Aşk,zamansız bir akıl hastalığıdır.'' Bol kitaplı günler,sevgiyle...

Featured Review
Daha sonra tekrar deneyin
Yayınlanan yazıları burada göreceksiniz.
Tag Cloud
Henüz etiket yok.
bottom of page