top of page

BİR ÇÖKÜŞÜN ÖYKÜSÜ


Güzel,sıcak bir Ankara akşamından herkese merhabalar. Özgür ve eşit bir gelecek için elbet bir gün güneş doğacak ve karanlıktan aydınlığa çıkacağız. Güzel günler göreceğiz çocuklar diyerek 1 Mayıs İşçi ve Emekçinin Bayramı'nı kutluyorum. Yaklaşık 3 aydır yoğun hayat temposu ve zamansızlıktan ötürü blog yazmaya kısa süreli ara vermiştim. Dün gece okuyup bitirdiğim Stefan Zweig'ın usta kaleminden çıkan ''Bir Çöküşün Öyküsü'' eserini yorumlayacağım. Stefan Zweig-kısa öyküleriyle bilinen büyük yazar-.Her eserinde aynı derin tesiri yaşıyorum. Eserlerinde kaleme aldığı karakterlerin tahlillerini öylesine detaylı ve gerçekçi bir biçimde yansıtıyor ki bir süre sonra o karakterlerden biri siz oluyorsunuz,anlatımı sayesinde karakteri içselleştirebiliyorsunuz. Öyküleri kısa ve keskin. Her satırda beni düşünmeye ve sorgulamaya yönelttiği için Stefan Zweig benim için vazgeçilmez bir yazar. Birçok eserinde kendi yaşantısından izler bulabiliyorsunuz.''Bir Çöküşün Öyküsü'' betimlemelerin,sosyolojik tespitlerin,psikolojik tahlillerin muazzam biçimde satırlara döküldüğü bir Stefan Zweig klasiği. Toplumsal sınıflar,alanlar,roller,gösteri,güç gibi sosyolojik kavramlar üzerine düşünce yolculuğuna çıkaran bir kitap.Yazarın eşsiz üslubu ile saygınlığını yitiren ve sürgüne gönderilen aristokrat bir kadının yaşadığı ızdırap ve yalnızlığının tasviri. Stefan Zweig'in burjuvaziye duyduğu nefreti bu öyküde de hissedebiliyorsunuz.Sözde elit kibarlığın,rutin insan ilişkilerinin gerisindeki sentetik bozulmayı,ruhani dejenerasyonu kimlik kaybı psikolojisini kuşatarak derinleştiriyor. Psikanaliz açısından derinlemesine duygu tasviri yaparken bir yandan da bunu yaptığını hissettirmeden okuyucuyu hikayenin akışına kaptıran sürükleyici ve akıcı bir anlatıma sahip. Yalın ve sade dil kullanarak anlattığı ve binlerce mesaj barındıran kısacık öykülerinde her seferinde sayfalar ilerlemesin,sona yaklaşmayayım istiyorum. Kalbimde yarattığı hisleri yavaşlatmak adına belki. Çok etkileniyorum ben Stefan Zweig eserlerinden. Özünde fazlaca duygusal ve sürekli sorgulayarak yaşayan,biraz pesimist bir yazar olduğundan belki de onda kendimden bir şeyler bulduğumdan daha bir dikkatle okuyorum,altını çize çize ve her birinden nasihatler almaya çalışıyorum.

Kitabın içeriğine bir göz atacak olursak; 15. yy Louis döneminde Fransız sarayında oldukça etkili olmuş aristokrat bir kadının gerçek yaşamı gözler önüne seriliyor. Madame de Prie, devletin bütçesini sarstığı ve halkı kızdırdığı için kral tarafından Normandiya'ya sürülür. Yıllarca davetlerle,şan ve şöhretle beslediği egosunun zarar görmemesi için bir gece vaktinde sessizce ayrılır saraydan. İktidar sahibi ve ilgi odağı olduğu hareketli Paris günlerinin ardından ne kadar süreceği belli olmayan bir sürgündür bu. Kendisiyle baş başadır artık. İlk başlarda oradaki yerli halk ve çiftçilerle zaman geçirmek, tarlada çalışmak ve sıradan halk gibi yaşamak ona yeni bir soluk getirir. Sarayda yaşadığı günlerde sade yaşama dair unuttuğu her şeyi yeniden keşfeder.''Zümrüt yeşili çayırlara uzanıp bulutları seyretti.Ne tuhaftı yıllardır tek bir bulut görmemişti,bulutların Paris'teki binaların üstünde de böyle güzel kenarlı,böyle puf puf ve bembeyaz, böyle tertemiz olup olmadığını,böyle süzülüp süzülmediğini merak etti içinden'' satırlarından anlaşıldığı üzere çocuksu,coşkulu bir kadın portresi çiziliyor. Fakat oldukça eğlenceli geçen günlerin ardından içindeki umut ve yaşama sevinci tükenmeye başlar. Paris'teki iktidar savaşları,entrika ve eğlenceden ibaret boş saray hayatının varoluşuna anlam katan tek şey olduğunun farkına varır. Eski soylu ve nüfuz sahibi tanıdıklarına mektuplar göndererek sürgünün kral tarafından kaldırılmasına, eski güzel günlerine dönmeye çalışır ancak başarılı olmaz. Egosunu tatmin etmek için kendisinden yardım isteyen köylü bir genci etkilemeye çalışır ve kısa sürede onu aşığı yapar. İlk zamanlar bundan haz duysa da bir süre sonra bu gençten de sıkılır ve ondan kurtulur. Çünkü her zaman tek bildiği ne hissettiğidir. Yüreği kendini daima ana kaptırır,doğruyu söylerken yalan söyler ve aldatmak istediğinde de dürüst oluyordur. Hem kendini hem çevresindekileri sürekli kandırma eğilimindeki bu sığ ve kibirli kadın malikanesinde gösterişli eğlenceler düzenleyerek Paris'teki hayatını yeniden canlandırmaya çalışır. Elindeki tüm parayla eğlenceler düzenleyerek Paris'in en asil insanlarını davet ederek aslında onlara ''Beni hatırlayın'' mesajını vermek ister. Ancak ne kadar çabalarsa çabalasın hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığının farkındadır. ''Bir hiç olduğundan bu yana insanlar ona daha dostça davranıyorlardı; hem sıcak hem soğuktular. Kadınlar artık ona imrenmiyor,iğneleyici sözler söylemiyorlardı,erkekler de çevresinde pervane olmuyorlardı;ama yalandan seviyormuş numarası yapmıyorlar,yalvarmıyorlar,yağcılık yapmıyorlar,düşmanı da olmuyorlardı; bütün bunlar ona güçsüz kaldığını hissettiriyordu'' satırlarından anlaşıldığı üzere giderek mantıklı düşünme yetisini yitiren Madame de Prie yalnızlıktan dibe vurur ve inanılmaz bir plan yapar. Asıl istediği bu planın büyük bir yankı uyandırmasını istemesidir. Fakat bilmiyordur ki; ''İnsanlık tarihi davetsiz misafirleri sevmezdi; kahramanlarını kendi seçer,ne kadar uyandırıcı bir çabaya girerlerse girsinler hakkı olmayanları acımasızca geri çevirirdi; talihin ilerlemekte olan arabasından düşen kişi,arabaya bir daha yetişemezdi.''

''Bir Çöküşün Öyküsü'' gerçek bir olaydan yola çıkılarak ustaca kaleme alınmış bir eser. Ölümsüzlük planı içindeki partilerini yaparken Fransa'daki doğu kültürü modası ve gelen konuklara Türk tatlıları ve içecekleri ikram edilmesi de tarihi esintiler katarak öyküyü daha ilgi çekici hale getirmiş.Hayata bakış açısını çeşitlendirmeden,alıştığı yaşam tarzını benimseyerek yaşayan, tek bir insanın diğeri için neler ifade edeceğini hiç bilmeden yaşayan bir kadının alıştığı hayattan uzak,bambaşka bir ortamda duyduğu yalnızlık ve soyutlanmışlığın işkence olduğunu açıkça gözler önüne seren bir kitap. İnsanoğlunun alışkanlıklarından koparıldığında neler yapabileceği ile ilgili hastalıklı bir yıkılışın öyküsü. ''O arzulandığı zaman güzel,zeki insanlar arasında nüktedar,gururu okşandığında kibirli,sevildiği zaman aşıktı'' satırları ile de bütün hayatı ve benliği başka insanların varlığına bağlı olan bir kadına ait en ince hisleri bir erkeğin gözünden ele alarak yazar kaleminin ustalığını konuşturmuş. 1922 yılında eşi Lotte ile birlikte içine girdiği umutsuzluk çemberi yüzünden ölüme giden yolda ilerleyen Stefan Zweig bu eserindeki kahramanının psikolojisini yaşıyordu ve bu yüzden kitap bu kadar etkileyiciydi. Kesinlikle tavsiye ediyorum.

Sözlerime ünlü Fransız sosyolog Albert Bayet'in bir sözü ile son veriyorum. ''Düşünce,ancak ileriye dönük yöneldiği ölçüde kendi adına hak kazanır.İnsan,bir şeye sahip olmanın verdiği o burjuva güvenliğinden vazgeçip,bütün tehlikeleriyle birlikte aklın o büyük serüvenini kabul ettiği ölçüde insandır.'' Bol kitaplı günler,sevgiyle...

Featured Review
Daha sonra tekrar deneyin
Yayınlanan yazıları burada göreceksiniz.
Tag Cloud
Henüz etiket yok.
bottom of page