top of page

SATRANÇ

Arkadaşlar herkese merhaba. Bugün sizlerle muazzam bir yazarın kaleminden çıkan ''Satranç'' eserinin konusunu,özetini ve yorumunu paylaşacağım.Bunun yanı sıra çok etkilendiğim cümleleri alıntılayacağım.Öncelikle şunu belirtmeliyim ki: ''Kısa bir kitap ve bir saatte biter'' algısıyla kitabı okumayın.Çünkü bu kitapta anlatılan karakterler,olay örgüsü derinlerde Stefan Zweig'in bir veda mektubudur aslında.Kitabı okumaya başlamadan önce psikolojik tasvir ve analizleri daha iyi özümsemek adına yazar ile ilgili kısa araştırmalar yaptım.Şimdi kısaca bunlara değinmek istiyorum.Stefan Zweig,varlıklı bir ailenin çocuğu olarak 1881'de Avusturya'da dünyaya gelmiş.Yazmaya olan isteği ve yeteneği sayesinde 23 yaşında felsefe doktorasını tamamlamış ve ardından en prestijli edebiyat ödüllerinden birisini kazanmış.Toplumu gözlemleyerek,düşüncelerini kaleme alarak geçirdiği yılların ardından yozlaşmışlığın farkına varması da geç olmamıştır. Birinci Dünya Savaşı patlak verdikten sonra,savaş çığırtkanlığı yapan toplumun çoğunu karşısına almak pahasına,savaş karşıtı olduğunu pek çok açıklamasıyla ortaya koymuştur.O dönem Avusturya'da bu düşünceleri açıklamak,savaşa karşı olduğunu belirtmek,ağır cezaları ve dışlanmayı göze almayı gerektirmekteydi elbette.Kendisine yapılan tüm karalama çalışmalarına rağmen savaşa katılmayı reddetmiş ve bir şekilde savaş arşivinde çalışmaya başlamıştır.Zweig'in o dönemki düşüncelerini ve nedenlerini en iyi açıklayan cümlelerden birisi şudur: ''Övünülecek bir görev olmadığını açıklayayım;ama böyle bir iş Rus köylüsünün bağırsaklarını süngüyle delmekten daha uygundu bana.'' Savaş bittikten sonra pek çok yazar,şair ve bilim insanı savaş çığırtkanlığına devam etse de Zweig bildiği doğrudan ayrılmamıştır.Kendisi ile aynı düşüncelere sahip olan sadece birkaç ünlü düşünür,yazar vardı çevresinde.Alman şair Rainer Maria Rilke ve Fransız şair Romain Rolland.Rolland ile karşılıklı mektuplaşmaları ve muhabbetleri yıllar boyu sürmüştür.Bir zaman sonra Zweig ve Rollland, dünyanın her yerinden en önemli düşünürleri İsviçre'de bir panele davet eder.Siyasi ve politik engellemeler nedeniyle bu panel gerçekleşmez.Tüm dünyada savaş karşıtı düşünceler alev almıştır ve bunun öncüleri de Zweig ve Rolland'dır. Almanya'da Nazi faşizmi iktidara geldiğinde eşiyle birlikte önce İngiltere'ye, oradan da Amerika'ya giden yazar,İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Brezilya'ya giderek Petropolis kentine yerleşir.Ne yazık ki bu kaçış da Zweig'i huzura erdiremeyecektir.Almanya'da iktidara gelen Naziler,savaş karşıtı olan yazar,şair ve bilim insanlarına karşı da bir savaş başlatır. Bu değerli düşünürlerin, kendi lehinde kaleme almadıkları tüm kitapları bir bir yakmaya başlarlar ve kitapları yakılan yazarların başında da Stefan Zweig vardır. Zweig,Alman şair Kleist'in, eşini ve kendisini silahla vurarak intihar etmesinden çok etkilenmiştir ve eşi Lotte'nin bu benzerliği kendilerinde de görmesini istemiştir. Zweig ve eşi Lotte 23 Şubat 1942 tarihinde intihar eder. İntiharından önce en çok okuduğu yazarlardan birisi olan Montaigne'nin şu ifadesinde kendini bulduğu söylenir Zweig'ın : ''En gönüllü ölüm,ölümlerin en güzelidir...'' Zweig ve eşinin, Hitler ve taraftarlarının takındıkları düşmanca tavır nedeniyle intihar etmesinden tam üç sene sonra tarih tersine döner.Eşi ile birlikte intihar eden isim bu kez,Ruslara karşı büyük bir yenilgi alan ve Nazi faşizminin öncü ismi Hitler olmuştur.''Satranç'' eseri, yazarın intihar etmeden yazdığı son eseridir. Bu öyküyü ,yazarın yaşadığı dönemin karamsar tablosunu ve onun hüzünlü sonunu bilerek okursak karakter ve olay analizini daha iyi yapabileceğimizi düşünüyorum. Yani, bir saatte okunabilecek kısa öykünün arkasında aslında sorgulanması gereken uzun bir öykünün olduğunu fark etmemiz çok da zor olmayacaktır.Arkadaşlar,dilerseniz önce kitabın konusundan bahsedeyim çünkü yorumlarım biraz uzun sürecek gibi.New York'tan Buenos'a giden bir yolcu gemisinde yolcular arasında bulunan petrol yatakları olan zengin bir iş adamı,dünya şampiyonu Mirko Czentovic'e ücret karşılığı bir parti satranç oynamayı teklif eder.İkisinin oyununu izleyen Avusturyalı Dr. B. oyun sırasında kendini tutamayıp oyuna müdahale edince,şampiyonla karşılaşması önerilir kendisine.Gestapo üyeleri tarafından bir otel odasına kapatılan,başlarda sıkıntı yaşamasa da zamanla saati ve tarihi bilemeyerek,yemeğini getirip götürmek dışında bir şey yapmayan ve kendisiyle tek kelime dahi konuşmayan bir gardiyanı görerek ve zamanını artık tüm ayrıntılarını ezberlediği pencereden duvarı izleyerek geçiren Dr. B. tüm beyin fonksiyonlarını yitirmeye başlar. Yalnızca sorgu zamanları bu odadan çıkartılan Dr. B. bir gün rastlantı sonucu gizlice eline geçirdiği bir satranç kitabından oyunun bütün inceliklerini öğrenmiştir.Satranç tahtası ve taşları yoktur.Önce ekmek içinden yaptığı satranç taşlarıyla sonra da tümüyle belleğinde oynayarak kuramsal bir satranç ustası olup çıkar.Ancak bu tutkusu yüzünden sinir krizlerine,beyin hummasına yakalanır. Stefan Zweig'in Brezilya'da sürgündeyken yazdığı ve Şubat 1942'deki intiharından birkaç ay önce tamamladığı ''Satranç'', Avrupa kültürünün nasyonel sosyalist tehlike altında yok oluşuna işaret eder.Avrupa kültürüne elveda derken yaşama da veda etmeyi seçen Zweig'in son yapıtı ''Satranç'', gerilimli kurgusu ve kahramanın ruhsal gelgitlerinin işlendiği dokusuyla olağanüstü bir öyküdür.Okuyanı tekrar tekrar okumaya ve düşünmeye sevk eden birçok cümle yer alıyor kitapta.Bunlardan favorilerimi sizlerle paylaşmak isterim. ''Dizlerim titremeye başladı.BİR KİTAP! Dört aydır elime kitap almamıştım ve içinde insanın art arda sıralanmış sözcükler,satırlar,sayfalar ve yapraklar görebileceği,başka,yeni,şaşırtıcı düşünceleri okuyabileceği,tanıyabileceği,beynine alabileceği bir kitabın hayali bile insanı hem coşturuyor hem de uyuşturuyordu.'' Bu cümlelerde dört ay boyunca sadece masa,yatak,duvar kağıdı ve duvardan oluşan bir odanın içinde ne oyalanacak bir kibrit kutusu ne yazacak bir kalem olmadan çaresizce,yalnızlığa sürüklenip beyin fonksiyonlarını yitirmeye başladığı anda Dr. B.'nin rastgele ele geçirdiği kitabı eline aldığında duyduğu heyecanı,coşkuyu çok güzel betimlemiş,ben bu satırlardan çok etkilendim. Bir diğeri; ''Bize hiçbir şey yapmadılar.Sadece bizi en mutlak anlamdaki hiçliğin içerisine yerleştirdiler,çünkü bilindiği gibi dünyada hiçbir şey insan ruhu üzerinde hiçlik kadar ağır baskı uygulayamaz.'' Bu satırlar ruhuma dokundu desem yeridir arkadaşlar.''Hiçlik'' kavramının tanımını yapamam belki ancak bu satırlarla hiçliği iliklerime kadar hissettim.Soyut bir kavram olan ''hiçlik'', zamansızlık ve mekansızlık ile öyle afilli cümleler kullanılmadan somut ve muhteşem biçimde tasvir ediliyor.Dr. B.'nin içsel çöküşünü özetleyen can alıcı cümlelerden biridir bence bu satırlar.Yalnızlık gerçekten de insanlara karşı kullanılabilecek en büyük silahtır. Diğer favori diyebileceğim satırlar ise şöyle: ''Kendime karşı oynamaya kalkıştığım andan itibaren,bilinçsizce meydan okumaya başlıyordum.Siyah ve beyazdan oluşan her iki ben de yarışa girmeden edemiyordu ve her ikisi de yenmek,kazanmak için kendine göre bir hırsa,sabırsızlığa kapılıyordu;siyah olan ben,beyaz olan benin yapacağı her hamleyi heyecanla bekliyordu.Bir tanesi bir yanlış yapınca,öteki ben sevinçten havalara uçuyor ve aynı anda da kendi beceriksizliğine kızıyordu.'' Bir insanın küçücük bir odada kendisine karşı satranç oynadığını hayal edebiliyor musunuz arkadaşlar? İnsanı çıldırtır nitelikte. Dr. B.'nin uğradığı psikolojik işkencenin sonuçlarının ruhuna,bedenine yansımasını,hayata tutunmak ve benliğini hiçlikte kaybetmemek için kendine yeni bir uğraş bulmasını, geometrik bir alana sıkıştırılmış taşlar ve sınırsız kombinasyon ile kendisine karşı satranç oynamasını,delilik ve dahilik arasındaki ince çizgiyi enfes biçimde anlatmış. Etkilendiğim ve defalarca okuduğum pek çok cümle mevcut.Ancak en en favorilerimi paylaştım sizlerle,ruhuma tesir eden.Sizler de kitabı okuduktan sonra favori satırlarınızı paylaşırsanız mutlu olurum.Kitabı okuduktan sonra satrancın aslında yalnızca bir oyun değil,stratejilerin yapıldığı bir yaşam tarzı olduğunu daha iyi anlayacaksınız.Edebiyatta pasifizmin -kategorik olarak şiddete karşı olma- temsilcisi Stefan Zweig, sahip olduğu düşünce tarzından ödün vermeden yaşadığı dönemin etkisinde kalan insanların psikolojik çöküşlerini -derinde kendi hüzünlü sonunu- karakterler arasındaki tinsel karşıtlıkları etkileyici biçimde anlatmış eserinde. Tinsel karşıtlıklar derken Mirko Czentovic ve Dr. B. isimli tamamen zıt iki bireyden bahsediyorum. Czentovic,satrancı bir para aracı olarak görüyor,satranç oynama dürtüsü tamamen kendisine yapılan tekliflerle ortaya çıkıyor.Tek derdi ün ve para peşinde koşmak. Dr. B. ise tamamen hiçlikten kurtulmak amaçlı gelen bir dürtü ile satrancı kuramsal olarak geliştiriyor.Ün ve para ile ilgilenmiyor,kendisine karşı bir savaş veriyor.Yazarın, Mirko üzerinden çizdiği karakter , kendisinin de çok acı çektiği Hitler Nazizm'dir. Mirko'ya karşı oldukça zayıf ittifak yapan gemi yolcularını ise Hitler karşısında dağılan Avrupa devletleri olarak görebiliriz. Dr. B. ise yaşadığı psikolojik işkence günlerindeki direnci ve Mirko karşısındaki oyunuyla insanlık onurudur.Kavgasız,belki de pasifist ama direnen bir onur.Mutlaka okunması,sorgulanması,analiz edilmesi gereken bir kitap. Kısacık öyküsüyle aslında bir dönemi ve o döneme ait gerçekleri psikolojik olarak harmanlayan bir şaheser. Ne diyebilirim ki? Okunmalı. Mutlaka ama mutlaka...Bu güzel geceye Stefan Zweig'in sevdiğim bir sözüyle veda etmek istiyorum arkadaşlar.'' Tüm dostlarımı selamlıyorum! Bu uzun gecenin sonunda şafak kızıllığını görmenizi dilerim! Ben, fazlasıyla sabırsız olan ben,önden gidiyorum.'' Işıklar için de uyu Zweig, muhteşem eserlerin bizimle güvende...

Featured Review
Daha sonra tekrar deneyin
Yayınlanan yazıları burada göreceksiniz.
Tag Cloud
Henüz etiket yok.
bottom of page